Çarşamba, Nisan 15, 2020

Kuşatma Kalktığında (Rıdvan Tulum)


Dedem ekmeği karşılamaya tırpanla giderdi
Ben bir yası başlatmak için
Ekmeğin gelmesini bekledim.

Geçmişini evliya sananların koridorunda,
Nasıl başlamıştık sorusunun elini bırakıyorum.
Duvarın köşeye sıkıştığını sanarak, her sabah,
Terzilerden halk, gazetelerden ölçü alıp
İlk çarpışmada katılan ben oluyorum düşman saflarına.

Bunu kimseye açıklama: ama ilk hata elbette yetimdir.
Giderken helallik almayı unutmuşların yüzüdür, yüzün
Müjdenin geldiği yerde durmaz bir daha.
Adı olmayan ve adı bilinmeyen her şey
Kayıtlara, sonra diye düşülmüştür.

İkimizin de hayata karşı acemi gömlekleri var
Bunu anlıyorum ceplerimizin olmayışından
Sonra, kendinden haber alamamak ulaşıyor insana:
Yağmuru ayakta tutacak tek söz
Tek bir kapı kalmamış artık kırılacak
Bütün sonların kapısına vardığımızda…

Salı, Aralık 05, 2017

Yetersiz Bakiye (Mustafa Akar)

Aklımın almadığı şeyler var, bunlardan biri
Vicdanıma sığmıyor bir vicdanımın olması
Her yaşam ölüme aynı uzaklıktadır, desen de
Hayat, her zaman gereğinden uzun sürer

İyilik, dünyayla boks yapan bir kelebek gibidir
Oysa, seyirci üstünlüğü vardır hep kötülüğün
Sabah ezanında sesi kısılan imamın utanışını
Alıp şuraya koyalım. Utanıyor musun? Böyle iyi

Doğruyu bulduran her sorunun cevabını biliyorum,
Üzümün şaraptan yapıldığını belirten bir terslik bilgisi
Ya da tüm hayatı bir kediye dokunarak sevmenin
İnsanı nedensiz gücendiren hali mi dersin

Otogarlara gidip bazen kendini uğurlamak istersin
Adını sorana, o taşındı buradan, denmesini
Eve geç kalırsın ilk gençliğinden beri
İstemediklerin hep yanındadır sanki

Aklımın aldığı şeyleri sana söyleyemem ki
Evveli ahir olan hayata, ahiri ebed mi diyelim
Yetersiz bakiye gibi, mahcubuz kendi ellerimizle
Uzatıp kendi ellerimizi tutuyoruz, uzanıp kendi ellerimizle


Salı, Ekim 11, 2016

Şiir Üzerine (73), İhsan Fazlıoğlu

"Şiir yazmayı sürdüren bir zihni, bir kültürü yenemezsiniz. Tefekkür açısından bazı ciddî zaafları taşısa da, son bir yüzyıldır, Türk direnişinin, şairler eliyle yürüdüğünü görürsünüz... "

Pazar, Eylül 25, 2016

Lotus (Vural Bahadır Bayrıl)

Algının dağınık sabahı… Camsı
sınırlar… Kusurlu güzelliğin
tende ısrarı…

Sendeki esrâra bakarım. Ey kutsal
bitki!.. Ruh ile gülün alaşımı.

Varlık dinlenir… Bahçe olurken
ve Olmak yapraklarda henüzken…
Sendin hilkâtin ürperen ırmağı.

Sırları var hayatın ve aklın eşya
ötesi dalgınlığı. Sus! Büyümesin
aramızda, hayretin şerhâ yalınlığı.

Kalp neler neler saklar? Ki saklamalı!
Bazen de ne yapsanız, âşikârdır
bir zambağın kendi tenine alınganlığı.

Neresinden bakılsa eksiktir insan.
İnsan ki lâin serencâm. Tahammül
mülkünün çırağı.

Ey kutsal bitki! Ruh ile gülün alaşımı.

Bu olmalı hepimize aratan, Tanrı'daki
tamamlanmışlığı.

Pazar, Aralık 20, 2015

Şiir Üzerine (72), Vural Bahadır Bayrıl

Şaire, ‘şair olmak’ yetmeli. Bu kadar büyük ve cüretkâr bir ‘sıfat ve hâl’ bile bir insanın ruhunu tatmin edemiyorsa, dünyadaki başka hiçbir şey o ruhu yatıştıramaz. Salın ipini gitsin…

Pazar, Kasım 08, 2015

Anna (Tarık Tufan)

Biz her şeye, esirgeyen ve bağışlayan, çokça esirgeyen ve çokça bağışlayan, hep esirgeyen ve hep bağışlayan rabbin adıylabaşlayan adamlarız anna.
büyücülerin, haramilerin, borsacıların, reklamcıların, korsanların, işgalcilerin, bankacıların elinden kurtulmamız da bundan.
sanayi devriminde bile, karanlık, rutubetli, çok bağırışlı, çok nefessiz, çok sabahsız, çok aşksız, çok çiçeksiz, çok neşesiz, çok kitapsız bir fabrikada hayatta kaldık sırf bu yüzden.
piyasaların hınçla dolu iniş çıkışlarına kalbimiz dayanıyor bir şekilde. kalbimiz derken, ilk gençliğimiz, sakalımız, bir kasetin iki yüzüne de ardarda kaydedip dinlediğimiz şarkımız diyorum aslında.
işte böyle yaşıyoruz ve yaşamak da sana dair uzayıp giden bir özleme dönüşüyor.
insaf et anna!
gidelim buradan.
senin masumiyetini, bilgelik zamanlarından kalma sırları, dünyanın bütün sabahlarını yanımıza alıp da gidelim.
hesap etmeden, haritaya bakmadan gidelim.
ölelim diyecektim az kalsın. ölmeyelim. hiç ölmeyelim anna.
sarılalım diyecektim az kalsın. içimden böyle şeyler de geçiyor işte. sarılalım, dudakların…
tamam sustum.
gitmek istemezsen bir şiir miktarı kadar otursak diyorum. şiir kalsın istersen, sadece otursak. oturmasan da olur benimle,sadece ellerimi tut. ellerimi tutma dilersen sadece yüzüme bak.
yüzüme bak ama anna, yüzüme bak. gözlerime bak, gözlerimin içine bak.
gözlerim biraz karanlık. içinde cenkler, ayinler, kesik damarlar, kapıları yumruklayışlar, cipralexler, turgutlar, edipler, sezailer, siyahlar, beyazlar, uykusuzluklar, bitmeyen başağrıları, bildirilerin öfkesi, duvarlara uzun dalmışlıklar var.gözlerim biraz yorgun. içinde bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler…
bekleyişler anna. köylü çocukların parasız yatılı sonuçları mesela. nişanlısı askerde kızlar, kızı ölüm orucundaki baba, babası tersanede oğul, oğlu şizofren anne.
hepsini sayamam gerçi, utançlarım da var. ama geçecek hepsi, geçecek. şifalı gözlerin her şeyi iyi edecek.
gözlerimin içine bakmaktan korkma anna.
sen adımını attığın andan itibaren hira dinginliğine dönüşecek ortalık.
tanrı bizimle de konuşur belki. 

Çarşamba, Ekim 21, 2015

Mırıldandığım Şeylersin (Haydar Ergülen)

   Senin Harflerin İçin

1.
Mırıldandığın her şeysin, sesinden öpüyorum
sessizliğine de eğiliyorum fakat neredesin
kapanınca harflerinin kapısı: Adın
şiirim!
Heceler gibi öpüyorum işte iki hecesin
adından başlıyorum öpmeye kırlara çıkmış
harflerinin arasından öpüyorum: Ağzın
cennetim!
Dilin hâlâ çocukluğun suyuyla terli
ve haylaz suyundan öpsem küskün
bir çeşmenin harflerin susuz. Dilin
cehennemim

2.
Mırıldan dur bana, senin üstüne harf
getirmem daha, ağız ağıza duruyor
harflerin: Sevmenin birinci hâli gibi
telaşlı duruyor da ben utanıyorum
üçü bakarken birini öpmeye senin!

3. 
Harflerin aralanmış
sesliler sevişiyor
sessizlere bu cümlede
sıra gelmeyecek gibi

Harflerin yatışınca
belki duyarsın içinde
sessizlerin uykusuz
kaldığı o cümleyi

Aşkı seslendirirken
unuttuğun mırıltı
bizi sessizliğimizden
doğru bağışlar belki

4. 
Bir ses sesini öpse
harflerin uykusuz kalır

5.
Dün sabah önünden geçtim
kağıt gibiydi harflerinin yüzü
araları açılmış olmalı
bütün gece sevişmekten

6.
Mırıldandığımız şeyler
kalmayınca aramızda
ağızda söz, gövdede ter,
bir aşk bunlarla biter

7.
Harflerin gülüştüğünü senin adında gördüm!

Çarşamba, Ekim 14, 2015

Şiir Üzerine (70), İsmet Özel

“İnsanoğlunun en sahici dili şiirdir ve insan en soyutlanmış ve fakat en somut görünümüyle şiir çerçevesi içerisinde belirginleşir. Şiirin nesneler dünyasındaki çok renkli, çok biçimli yüzünün merkezinde ‘beşeri olan’ bulunur. Dolayısıyla beşeri olanın soyut ifadesinin yoğunca gerekli olduğu her yerde şiir kelimesi insanların yardımına koşmuştur.”

Çarşamba, Ekim 07, 2015

Karanlık Sokaklar (Yaşar Kutlu)

Hoca "Allah-u Ekber" der,
Ben "simit" diye bağırırdım,
Daracık sokaklarında Amasya'nın.
Ne hoca beni ne de ben hocayı tanırdım.
O da ben de bir hakikati,
Taşırdık kör sabahlara.

Bilirdim küçük çocuklar nerede uyuyor,
Gider o pencerelerin dibinde durur bağırırdım.
"Amasya'nın unundan, şimdi çıktı fırından,"
"Taze gevrek simiiit."

Açılırdı pencereler,
Çıkardı sabahlıklı hanımlar.
"Bağırma orda cırlak cırlak,"
"Çekil git çocuklar uyanacak".

Ben çocuk değil miydim?
Ama ben uyanmış bir çocuktum.
Bu hanımın çocukları
Uyanmasın benim gibi derdim.
Bu hanımın yüreği
Yanmasın annemin yüreği gibi.

Çekilir giderdim,
Korka korka,
Karanlık sokaklarına Amasya'nın.

Salı, Eylül 29, 2015

Şiir Üzerine (69), İhsan Fazlıoğlu

"Bir fikrî hareket, şiir yazma seviyesine eriştiğinde, kalıcılığı artar. Anadolu'yu yurt tutan Türklerin başarısı bunda gizlidir. Toprağa, emeğe anlam katan Yunus Emre, Aşık Paşa gibi adlar olmasaydı hâlimiz niceydi. Daha da ilginci Osmanlı Devleti'ni yeniden örgütlerken Fatih Sultan Mehmed'in yaptığı en önemli işlerden biri, kendi, vezirleri ve oğullarıyla birlikte, Türkçe'nin şiir üzerinden kuruluşunu gerçekleştirmekti. Şiir, bir kültürün taşınabilir manevi vatanıdır. Şair de idareye gelmeyen, idare edilemeyen bir adamdır."

Pazar, Eylül 20, 2015

Otuz Yas Şiiri (Erol Çatal)

Önce giz vardı
Bir bakıştan yangınlar çıkartan
Kalbe doluşan kuşların çığlıklarında
İhanetten arınmış işarette
Oyunları yarım kesilmiş çocukların gözbebeklerinde
Işıktan kubbeler yükselten aşkta
Gölgesi sayhasıyla düşen
Bir harfin öcünden sakınan kalemde
Kılıçtan damlayan kanla yeşillenen yaprakta
Önce güz vardı

II
Gecenin zehirli gömleği
Tene intikamla nakşedilmiş bir armağan
Aydan kalbe işleyen simya
Baktıkça yalgın dalgaları kabartan aynada
Çölü dilinde taşıyan bir Kays
Ruhundan uzak bir mevsimde yol alan
Çehreler kaybolur zamanda çizgiler kalır
Kemiklerinden kürek yapılmış bir forsanın sırtında
Muallakat-ı Seb’a şairine giydirilmiş bir ferman
Ecenin zehirli gömleği

llI
Otuz kuş masalı ömür
Keften Kafa doğru bir yolculuk
Küllerinden zümrüde dönüşen çatal yürekte
Akis aynada kırıldığında ayna akiste
Kanatlarını geriyor ışığı kendi olan bir simurg
Emsali yok, dilimde perdah aradım
Ruh basamaklarından Kutsal Gül olan
Bir harfe sığdırılmış Arafta
Ateşten doğan tüylerden nihan
Otuz kış masalı ömür

IV
Ey kayıp bir harf için doğanlar
Çehre bulmadı bizde rüyadan kopmuş bir inkılap
Çarpışınca kaderleri paramparça iki kristal yürek
Bir ışığın bir ışığa sonsuz aktığı iki arı kap
Sen bir lalE ateşte ben bir pervane
Divane dönen ayağı pergelin döndüren çeşm-i firuze
Koza ördü kendine dil
Gizlesem de aşikar bendeki avaz rindane
Her şey sadasız bu kubbede aşk ta hikaye
Ey kayıp bir harp için doğanlar

V
Dünya yağmurundan muzdarip buğulu bir kalp
Nefesler tutulduğunda yaklaşan bir tufan
Gazaptan geride kalan kurtarılmış bir söz
Dokununca sütunlarına nisyan ile yıkılan
Görkemli çağlarında gururlu
Acz içinde yalvaran bir isyan
Menekşeler gözyaşlarıyla sulanmaz
Melek hızıyla geçtim hayattan
Rüyalarımda cam kırıklarından damlalar
Dünya yağmurundan muzdarip kuğulu bir kalp

VI
Şehrin çizdiği yüzlerde aşktan bir nişan yok
Bir dudağın bittiği yerde başlıyor sokaklar
Sinesinde leylAğıtları yakan bir mecnundan
Yükseliyor bir sancıda sinsice uyutulmuş
İksire ölüm karıştıran dumanlar
Her beden kör kuşları sayhanın
Büründüğü her kılıktan bir sıyrık içlerinde
Dünya bir nebze ateş taşımayan bir çıra
Saklıyor yankıların gömüldüğü duvarlarda
Şehrin çizdiği yüzlerde aşktan bir nihan yok

VII
Kin akıyor dudaklarımın arasından
Çivileri kalbime çakılmış bir çarmıh
Ağaçları köklerinden söken bir kadırga
Harfler denizinde bir zincir bir kürek mahkumundan
Anlamını kaybetmiş bir hatıra
Boynumda yaban bir ömrün kefareti
Ne söylesem kalem yalan yazacak
Yüzler tarifinden silinmiş bir isim
Siper yerine kazılmış bir mezar
Kan akıyor dudaklarımın arasından

VIII
Kanıma karıştı bütün intikamıyla zehir
Sislerin tinimde açtığı bir yaradan
Akim kaldı boğazımda hep sesim
Semada hiç alevli oklar gibi akmadım
Adımı çığla değiştirdim
Yüzüm yamalı bir çağla boyandı
Dilimde kıyamın yankısı muamma
Mumdanmış zindan-ı rindan
Ben artık yansam da daha öteye geçemem
Kanıma karıştı bütün intikamıyla şehir

IX
Kalmadı çalmadım közde fer aşkta maya
Şavkı yüzlere vuran kalplerden bir iz
Küfenin dibinde bir inci küpe
Avuçlara yazılmış sözlerden bir çiy
Hayat hatayla raksediyor balçıkta
İpi çekiyor labirentte paya düşen yanılış
Varlığı cevaba bağlayan köprü yok
Vefa desen o da edadan mahrum
Işık çekildi karanlık artık sorular
Kalmadı çalmadım közde fer aşkta mana

X
Vaatleri yok artık tutkulu tutuklu bir gençliğin
Dolu dizgin hazların hazırlığı
Yağmur bahçelerini dolduran esriklik
Solan bir çiçeğin soluğundaki katlanış
Kılıçların dudakları öptüğü anlar yok
Şahidini bekleten bir buruk sancı
Sarıyor hengamesiyle göç artığı ezgileri
Yalnız kuytularda uzak çağrışımları rüyanın
Akrep bir ateş çemberinde ölüyor
Saatleri yok artık tutkulu tutuklu bir gençliğin

XI
Bu kule Habil kulesidir
Bir katilin hırsına sunulan bir kurban
Harcı dolgun başaklar ve kanla karılmıştır
Makbulün maktül olduğu bir dünyada
Kimse bir taşta böyle yön bulmamıştır
Hased edenin hasadı cılız kalır kendinden
Ayaklar altında hayatlar
Öc almak için ateşten şehirler kuran
Günahlarını sırtında taşıyan bir kavimden
Bu kule Kabil kulesidir

XII
Gözlere yazılan haşin bir şiirdi aşk
Hışmından korkulan geceleri ay varken gökte
Rüzgar aşarken tepelerini iç çekişlerin
Bir balkondan bakarken bahçelerine kaybedişin
Aralık perdesinden süzüldüğünde vaatler
Kalbin elemin seyyahı gibi dolaştığı yollarda
Ağlar ve sisler içinde çalkalanırken ruh
Oklar ve oyuklar kervanı geçiyor sayfalardan
Bir efsaneden mağdur dünyalar kurmak
Gözlere yazılan hazin bir şiirdi aşk
XIII
Hasattan avuçlarımda bir arpa tanesi kaldı
Gözden düşmüş halayıkların kadehiyim ben
Dudaktan dudağa koşturan rahvan adı kelamın
Kılıçta birikmiş intikamı köpükten doğanın
Simetrisi olmayan yüzü batan bir aşkın
Gölge peşinde avuntu bulmuş bir seyyare
Kalbinde fırtınalı bir deniz bulamamış bir kürekçi
Kuşlara yıldız olan semada hep yabancı kaldım
Her kanat vuran ışık göğsümü sıyırıp geçti
Hayattan avuçlarımda bir arpa tanesi kaldı

XIV
Oyunun eksik taşlarını sakınılmış bir dudakta arayan
Vecd içinde bir ayinde kaybolurken gövdeler
Geceyle perdahlanmış karanlık adını sayıkladım
Vahşi bir hayvanın pençesinde oyalanırken
Şahin geri dönüyor sahibinin sesiyle
Kanlı bir tüy hangi çağrıya uyan
Bir atın rüzgarıyla savrulan acılarda
Kimin varlığı daha ağır çeker
Terazinin bir kafesinde evren bir kafesinde ben
Oyunun eksik taşlarını sakınılmış bir budakta arayan

XV
Ne gam ne gem taşıdı bu dipsiz surat
Terkisinde bir adın bir adım yol aldı
Sırlanmış gözler için bir kapak
Bir arzu elmas kalpten bir baharda
Varlık bulmamış bir gövdeden çekilince
Aynalarda aradı suçunu melâlin
Demir olmanın zarifliğinden kuşku duymadan
Çekiç darbelerinde buldu sesini hakikatin
Râm oldu kendine ezilirken bir örste
Ne gam ne gem taşıdı bu dipsiz suret

XVI
Gözkapaklarından sızmayan son uyku için bu imza
İmha etmeyen şiirin sayha bekleyen korkusuyla
Aşkına rücu etmek için bir hevesin
Acı bir anıya çevirmek için çarklarını gecenin
Bir kuyu başında duyulan bir sızı için
Üstüme sinmiş bir koku mürekkepli sayfalardan
Gamlı bir kalem için; dilimde saplanmış bir ok
Hınçla beslenen esrardan ayrık bir hayatta
Düelloyu kaybetmiş bir şair için bir kurşun
Gözkapaklarından sızmayan son utku için bu imza
XVII
Bir kalbi bir kalbe kapatan bir yağmur damlası
Harflerin sözcüklerin insan labirentinin dışında
Taşlardan sekerek denize karışan bir bakışın
Teraziye vurunca kaybolan hengamesi dışında
Sararan yapraklar yangından başka birşey getirmez
Mücrim af dileyen bir aşık-ı sadık dışında
Fırsat bilip dehlizlerini kilitli kanatların
Doğuyor edasıyla nazenin incisi zambakların
Firkat zamanlarını yakıp küllenen bir hayatın dışında
Bir kalbi bir kalbe kapatan bir yağmur damgası
XVIII
Acıyla şiirin toprağını tırmalayan bir kalp
Boyun eğmişti bir zamanlar isteklerine tutkusunun
Dilinde bukağı biriken sözlerindeki ağıyla
Göveren yapraklarına peşini bırakmayan bir ilencin
Uykusu olmak için dünyaya taşmayan bir şiirin
Mazur göstermeden kendini suçlarına
Semadan ağan bir sırla düğümlenmiş
Harfleri unutulmuş bir alfabeyi kim çözer
Haymatlos zincirlerinin kuyumcusu bir bende
Acıyla şiirin toprağını tırmalayan bir kelp
XIX
İçimde kumral bir kumru hapis günlerine içerliyor
Çiğ damlası iken dallarında baharın
Yüzünden ay rüyalarından meltem akarken
Gözlerinde pembe buğu aynalarda endamın
Aksin bir nergise dönüşünce sularda
Sil izlerini siste kaybolan bulutların
Unut dalgalı saçlarda dağılan siyah denizi
Leylaklarına sığın avuçlarındaki mehtabın
Aşk üç harf üzredir
İçimde kumral bir kumru habis günlerine içerliyor
XX
Kalbim çorak ülküm benim kuytuda kalan
Taçlandırmak isterdim seni zerafetiyle gecenin
Ağustos güneşiyle peteklerini doldurmak
Bir sitare olmak bahçelerini süsleyen
Acı meyvası değil gözlerindeki serabın
Kim arzulardı bulanık harflerde konaklamak
Göğse saplı bir kalemle uykulara dalmak
Kasırgada çektin hep kürekleri bırak artık
Bak hiçbir semayı açmıyor kanatların
Kalbim çorak ülkem benim kuytuda kalan
XXI
Hayatı itiraf gibi yaşayan bir bedenden başka neydim ki ben
Kuyulardan çıkıp bitab kıyıya vurmuş
Dalgalar arasından dalgın adımlara doğru
Sulara her kürek vuruşunda ismini sayıklayan
Misal aleminden masala geçmek için bir kulaç daha
Bir hamle daha son karede piyondan kaleye
Kapında bekleyen açılsın diye rüyanın kanatları
Fil ordusuna karşı bir ebabil geçerken dudaklarımdan
Ölü bir köpeğin bembeyaz dişleri kaldı aklımda hep
Hayatı itikaf gibi yaşayan bir bedenden başka neydim ki ben

Perşembe, Eylül 10, 2015

Çünkü Ölümleri Kayadan Uçmak Gibidir (Celal Fedaî)

Ben ha düştü ha düşecekmiş gibi duran büyük kayaları severim
Onları parçalanmış görürüm de sevgim artar kaldırım taşlarına
Kiminde bıyıklı bir aslana binerim müzelerde pişmanlığım artar:
Şu şehri çevirip aldım da kenarındaki nehri bıraktım bir başına.

Bak söylemekten bıkmadığım şeydir, bu dünya çok güzeldir
Uzaktan bayramlaşmanın güzel olmadığı günlerde dünya
Upuzun bir düzlüktür üstünde alınacak şehri de kalmamış
Duyarsan bir söyleyen inan: Tersine dönmüş mezardır dünya.

Şimdi sen açık kapısını görüp uzaklaştın diyelim, öyle ya…
Henüz pişmemiş bir yemeksin ve daha kalkmamış bir harman
Ben savrulmuş buğdayda bir başına gördüm kendimi kar altında
Şehrim muhasara edilmişti seyrettim düştü tanelerim sararak.

Gördüğüm gerçekleri sevmedim ben de binlerce benzerim gibi
Yollanan selamlar da güzeldir ama yol için diyeceklerim var:
Büyük kayalara oturmuş çocuklar olacak hep bozkıra inan sen
Kavi ve mukayyetiz niye: Çünkü ölümleri kayadan uçmak gibidir.

Pazar, Ağustos 30, 2015

Şiir Üzerine (67), İsmail Süphandağı

"Şiir aslında 'insanı bir imkân' olarak görmeye eğilimlidir. Neyin imkânı? Elbette 'iyi' ve 'güzel'in imkânı. İlahî olanın mutlak anlamda iyi olduğuna ilişkin veri, 'insanın bir imkân' oluşu üzerinden okunduğunda yerli yerine oturuyor."

Salı, Ağustos 25, 2015

Derde Murad Kalmamış Derman Kime Nâz Eder (Alper Gencer)

derde murad kalmamış derman kime nâz eder
vakti gelmeyen güle bülbül ne niyaz eder
kar yağsa da kışımı dost selamı yaz eder
ela gözlümü gördüm akıl gönle yük imiş

gölgelenen ağaçtan toprak döner ışığa
ay görünür geceye güneş döner maşuğa
siyah iplik çözülür beyaz döner aşığa
ela gözlümü gördüm gün geceye post imiş

yolda kalan bakınır görür orda bir devran
kör basar kademini yürüyene yok seyran
cennete düşen bilir cehennem dibi hicran
ela gözlümü gördüm sırat tende dar imiş

kul kula eder secde hatır tutar gönülü
takva sorulmaz merde hak sinemde gömülü
ahim cümle kainat merhametle örülü
ela gözlümü gördüm can bedende sır imiş

Pazar, Ağustos 16, 2015

Pazar, Ağustos 09, 2015

Tekfurun Kızı (Süleyman Çobanoğlu)

Ben seni alamam ah Holofira
Azığım tamtakır binitim nalsız
Bir belde geçerim kalacağım yok
Dostlarım bîvefâ düşmanım yalsız

Kolum halat değil bakracımda kum
Ben seni alamam âh Holofira
Sâde yoksunluktan yokluktan değil
Eline kir olsun elli üç lira

Amma ki alamam, bir uzak sevi
Gelmiş de çökmüştür taunlar gibi
Ben seni alamam 
âh Holofira
Geç git hiç bakmadan eğlenme emi

Pusatları parlak binbaş istesin
Seni ulak, elçi, naib-i kral
Ben hoyrat söylesem el bana hoyrat
Gelip de ne derim şu dillerim lâl

Ben seni alamam 
âh Holofira
Baban kafirine kılıç üşürsem
Hem de gece bassam, iti uykulu
Şöyle ya allah'la bohçanı dürsem

Amma ki alamam, yaradan beni
Ne ardıç, ne çınar: ufarak çayır
Koşumum gıcırdar ölmek dilerim
Bağrım kaynıyordur yüklerim ağır

Sen bir düş imişsin kuşluk çağında
Soluma tükürdüm: Rabbım Gafûr'dur
Bilesin kavuşmak yok İslamlıkta
Kavuşan kısmısı ancak gavurdur.

Pazar, Ağustos 02, 2015

Şiir Üzerine (65), Thedor Adamo

"Ancak bir şiirin yalnızlığında insan soyunun sesini duyabilen kişi, o şiirin ne dediğini anlayabilir."

Pazar, Temmuz 26, 2015

Marie Sophie (Serkan Ozan Özağaç)

Eski çağlardan geldim Marie Sophie… Acılar kokan
Sardı ruhumun karanlığını güllerin örtündüğü peçe
Ömür bir kadehti, kırıldı sonsuz bir rüyâda
Sene: Bin yedi yüz otuz, Yer:Nedim Divanı’nda bir gece

Gözlerim köhne bir konak Marie Sophie… Nerval’den de eski
Yaralı bir zakkum gibi titrerdin rüzgârlı behçelerde
Kimindi kâlbin kanıyla yazdığı gazel?-Senin!
Ki hâla ‘Aşk bir yastır’, uğradığın o gizli mevsimde

Bin yılda yazıldı bu şiir Marie Sophie… Hep aynı geceyle
Terk etti beni şafak, yüzümde sönmeyen bir ateş
Haydi toparlan, gidiyoruz, işte açıldı Divân
Çünkü doğmak üzeredir, geçmişte bekleyen güneş

Pazar, Temmuz 12, 2015

Hayy, Dar! (Vural Bahadır Bayrıl)

Hayy, dar! Bu ten bana zar!
Kuşlar uçar… Uçmak ki tayy!
Gül ise dirimdir. Zamir, der
şaire her daim; hayy, dar!

Dil, şer şebeke, aşikar! Vehm 
ettikçe, mayi endişe, varlığa 
sızar. Sayy ki, boşa çaba, boşa 
tebessümlerdeki o ince ayar.

Leyl akar. Hani serin bahçeler,
çılgın, sere serpe, hani köpük  
köpük leylaklar? Anladım, şehre 
kabul edilmek’ çin, herkes önce  
öteki’nde uyuyan çocuğa kıyar! 

Şeffaf örüntü. Bulutsu bağ, eksik  
tay. İnsan riyâ, madde kâr. Ruhsa  
zaman içre hep kırık bir fay!

Muhayyile, o işlek hızar! Fısıl- 
dar: Nerde şimdi sözlerdeki eski 
vakar? An gelir, sükût da insanı  
yorar…

Şair! Ya git o çocuğu uyar, ya gel 
beni bu tahammül mülkünden kurtar!

Pazar, Temmuz 05, 2015

Şiir Üzerine (63), Haydar Ergülen

"Beyhûde ve nafile bir şeydir şiir... O yüzden de bence şiirde hiçbir fayda yoktur, şiirden de hiçbir fayda yoktur. Yararcılık anlamında şiire bakamayız. Şiir bir şifa olmasa bile teselli edici bir tarafı vardır, bir teselli olabilir ama teselli demek piyangodaki amorti gibi. Onun teselli ikramiyesi gibi. Yani sadece biraz teselli edebilir."

Cumartesi, Haziran 13, 2015

Sorgu Sûal Gazeli (Ali Çelik)

Dile ikrar, kâlbe inkârından sorulur
Geceler var, düşler ihbârından sorulur

Gafletle temâşâ edilmez yalnız bu bahçeler

Baçevan kendinden ziyâde civârından sorulur

Baht işidir, her ibrişime kısmet değil kaftan olmak

Öyle bedbaht urganlar ki, berdârından sorulur

Hâcegân alır satar, f
âide gözetir şüphesiz her dem
Kim bilir ki bedestân evvel mimarından sorulur

Elbette şereftir fütuhat, lâyıktır bin türlü iltif
âta
Lâkin her kalâ, her tabya serdarından sorulur

Lokman'ın üstâdı olsan, şif
â yaysan nafile
Yılan yutmuş hekim dahi bîmârından sorulur

İştiyakla iştirak eyleme recmine mücrim kulun
Vakterişir, kalkan eller ahcârından sorulur

Mecnûn'um diye dolaşsan da beyhûde bu âlemde

Âşık kişi en nihâyet dildârından sorulur


Derkenâr:
Bulunur mu yüreğine galip gelmiş bir levend
Ol cengâverler ki, iblis icbârından yorulur

Pazartesi, Haziran 01, 2015

Şiir Üzerine (62), Turgut Uyar

"Şiirin önce acemiliği geçilir, sonra ustalığına varılır sanılırsa da, bu doğru değildir: Ozan boyuna acemileşir, ustalaşmanın karşıtı değildir acemilik, özüdür. Ozanın olgunluğu, acemiliğin bilincidir olsa olsa. Bu bilinç acıdır, yaşlı ozanı kemirir; böylece şiirin yanına eleştiri yerleşmiş olur ve yaşlı ozan 'ben' olmaktan çıkar. 'Fenafillah' mertebesidir bu, ozanın yaşını yok eder." 

Çarşamba, Aralık 31, 2014

Ben Yokum, Beni Karıştırmayın (Cahit Koytak)

Odalar dolusu kitap, bunca basılı kâğıt…
Akıl ve selüloz karışımı
Hamurdan yoğrulmuş kafalarınız;
Mezarlarınıza kapanmış vıdı vıdı konuşuyorsunuz,
Vıdı vıdı vıdı vıdı vıdı
Kurtların, böceklerin çeneleriyle;
Melekler perçeminizden tutuncaya kadar da
Konuşacaksınız…
Ben yokum, beni karıştırmayın;
Kulaklarımı balçıkla sıvadım ben,
Kafamın çatlaklarını, kalbimin deliklerini de
Dualarınıza, âminlerinize…
Vıdı vıdı vıdı vıdı vıdı vıdı…
Bunca sözü nereden buluyorsunuz?
Ne kadar çok şey istiyorsunuz,
Ne kadar çok şey biliyorsunuz,
Mezar taşlarından çok, efendiler,
Kitabelerden çok.
Yeter, ama yeter,
Ölüler için de, diriler için de!
Susun artık, susun, siz kitaplardakiler,
Siz sahnedekiler, siz içimdekiler!
Ayıp ama, bakın, Tanrı konuşmak için
Sizin susmanızı bekliyor.

Pazartesi, Aralık 29, 2014

Cumartesi, Kasım 22, 2014

Yeşil (Ruhi Konak)

tek sarımlık tütün gibidir hüzün
yeşili uçar
kül kalır

kalsın

sana musallat bir kalbim var
üstüne eğik gözlerin

garantisi yok aşkın
kırık kalpleri kimse onaramaz

bu renkten can çıkar
huy çıkmaz 

Perşembe, Kasım 20, 2014

Cuma, Kasım 07, 2014

Deniz Heykel Tutmaz (Mevlânâ İdris)

İnandır beni dünya
İnandır yaşadıklarıma

Güçlüydüm
Uzaklardan gelir uzaklara gider sonbaharlara şaşırmazdım
Yüzümün gizli yerlerine ansızın binlerce resmiyle yağan bir harf
Bir harf vurdu beni dünya
İncecik bir çınar yaprağı düştü üstüme sarsıldı kalbim
Toprağa yağmur düşüyordu ah nasıl düşüyordu
Bir harf durmadan durmadan üşüyordu
Uzaklardan gelir uzaklara giderdim artık yıkıldım
Ben bu yıkılışı yağmurlardan öğrendim

Akşamı önüme bırakıp giden adam haklıydı
Kentler ayrıntıydı haritalar ayrıntıydı
İçinde tükendiğim şu hain hayatta
Herkesin yalnızlığı duvarda asılıydı
Nasıl söylesem dünya nereye bakıp söylesem
Çekinerek yaşadığım yılları her akşam
Çekinmeden ateşe attığımı nasıl söylesem
Ben sana emanetim bırakma beni
Dağıtma yüzümün menekşelerini
Bu şarkıyı yalnız bitirmek istemiyorum bunu nasıl söylesem
O harf yanlış denizlerde boğulurken
Ben doğru bir kelime olamam

İnandır beni dünya
Yıllar geçti ve bir şey kaybetmedim hayretimden
Herkes bir saat alsa da çoğalmaz zaman
Ve ben bazı şeyleri açıklayamam
Yetmezken birimizin açtığı boşlukta yalnız kalmaya
Neden kapansın göğsümde taşıdığım bu güzel yara
Kader kimi seçerse kaptan o olsun
 
Ben hangi pazartesiyi beklediğimi bilmiyorum.

Cumartesi, Kasım 01, 2014

Sınavda Çıkmayacak Sorular (Güven Adıgüzel)

Teşekkür ediyorlar, çok yaşıyorlar, işe geç kalmıyorlar
Çeyrek altını önemsiyorlar, küresel ısınmayı ve beş çaylarını
Ortadoğu'yu ihtiyaç halinde seviyorlar, gökdelenleri her haliyle
Eve geç gelmeyi borsaya bağlıyorlar, geriye kalanları astrolojiye
'Konuşan tartı'lardan korkmuyorlar bir de,
-Ben bazen korkuyorum-

Artis diyorlar erken ölenlere bir akşamüstü her yer kalabalık
Her yer kalabalık, üzgünüz yeteri kadar ve Rimbaud mahkemelerde sanık
Sırayla ölüyor kumbarası kırılmış çocuklar, tez konusu bile değiller
İçinde Ortadoğu geçmeyince şiir de olmuyor, bir şeyler kahrolsun!
-İşgal edilmiştir inandığımız tüm çiçekler!-

Stratejik bir aşk yaşıyorum devlet görmesin, keşişleri hemen soboleyin
Bu saklambaç bizden uzak, kavimler göçü konumuz değil, seni seviyorum!
İdeolojiler söylüyorum dünyayı kurtarmak isteyenlere ve çok rüya görüyorum
İnsanı anlamakla meşgulüz, üstelik görünürde hiç ipucu da yok
Ben bazen korkuyorum, annem duruyor hemen kalbime
Beni hep yanlış öldürüyorlar anne diyesim geliyor...

.....

Devrik cümlelerle düşünüyorum.

-Sigortalı bir işe girmeden aşık olunmuyor-

Perşembe, Ekim 23, 2014

Şiir Üzerine (58), Gülten Akın

Şiir, çığlıklardır. Kimi kez yalnızlığı seçeriz ya da yalnızlık bizi seçer , korumasız savunmasız. O zaman çığlıklar atarız ölmemek ya da delirmemek için . Sesimiz yankılanıyorsa , yalnızlıkla başedecek gücü verir bize . Şiirler çığlıklardır. 

Pazar, Ekim 19, 2014

Cazın Rengi (Cahit Koytak)

yalnızlık duman rengidir,
yaşlılık kurum rengi,
çocukluk deniz rengi...

dostluk tütün rengi sanılır,
bazen tütün rengidir sahiden,
ama çok zaman toprak rengi;

sevgi yağmur rengidir çünkü,
hasret bulut rengi,
vefa tan rengi!

hayatın rengi, peki?
geçip giden yılların rengi,
akıp duran günlerin rengi?

rüzgârın rengi olur mu ama,
suyun rengi, rüyanın rengi,
şiirin rengi?

ah, altın rengidir hüzün,
bu daracık, muskacık
akşam saatleri gibi

altın rengi,
safran çiçeği rengi,
ateş rengi…


Cumartesi, Ekim 18, 2014

Şiir Üzerine (57), Montaigne

“Şiirin orta hallisi veya kötüsü için kurallar, ustalıklar bir ölçü olabilir; ama iyisi, yükseği, harikuladesi aklın kurallarını aşar. Onun güzelliğini tam olarak görenler, bir şimşeğin ihtişamına benzer bir pırıltı görmekle kalırar. Büyük şiir muhakememizi tatmin etmez, allak bullak eder."

Perşembe, Ekim 16, 2014

Kapı (Serap Ural)

İnsanın bir kapısı olmalı
bütün dilemmaların ortasında
gizli bir geçit gibi durmalı

öyle bir tılsım olmalı ki kanatlarında
eşiğinden atlayıverdiğinde insan
sırrolmalı

sükûn diyârı bahşolunursa eğer
her şeyi unutmalı


müşfîk kollarında toprağın
kalbi durultmalı